16.06.2006

16.06.2006 Protokol

Edebiyat ve Sohbet Grubu Toplantisi -Protokol-

Tarih: Cuma, 16 Haziran 2006

Yer: Köln, Selen’s Wohnzimmer

Katilanlar: Mine abla ve Isik abi, Zafer S., Arzu ve Ali C., Meltem ve Emrah,
Ebru, Elif (yeni katiliyor), Gülfidan, Gülhan, Dervis (gecikmeli katildi),
Dogan, Hasan, Hülya, Hüseyin G., Nuray, Oktay

Katil(a)mayanlar: Derya ve Hüseyin, Fatos ve Burak, Gülfer ve Ali G., Songül ve Zafer,
Arzu K, Aynur, Beste, Askim Elif, Gülcan, Mustafa, Mürsel, Sermin,
Senay, Sibel, Vildan, ...

Protokolü hazirlayan: Hasan

Herkese coskulu bir Merhaba...

Nasilsiniz arkadaslar?
Bu yazacagim protokol olay yaratacak bir protokolden öte olaylara parmak basan bir protokol olacak ve katilan ve katil(a)mayan arkadaslarimiz toplantimizin seyri konusunda biraz aydinlanmis olacak.

Öncelikle sunu belirtmek istiyorum, protokolün uzun olmasina yol acacagi icin toplantinin baslangicindan önce ve cay molasi esnasinda yaptigimiz o nezih sohbetlerimize burada maalesef yer vermeyip es geciyorum... Toplantimizin akisini iceren protokolü kisa tutmaya calisiyorum, ama kisa olacagina söz vermiyorum.

Gelin isterseniz gurubumuza yeni katilan arkadasimiz Elif`i (Askim Elif ile karistirmayin lütfen) hepbirlikte kisaca taniyalim:

Elif Köln dogumlu olup hukuk bölümünde ögrenimine devam etmektedir. Elif`in yasini ben biliyorum, siz bilmeseniz de olur demiyorum, ben biliyorsam, siz de bilin diyorum ve cömertce göstermese de 31 oldugunu acikliyorum... Elif tiyatrodan tanidigi arkadaslari Gülhan ve Gülfidan kardesler üzerinden gurubumuzun varligindan haberdar oluyor ve katiliyor. Türkiye`yi tatillerinde taniyor. Evlerinde sive konusuluyor olmasi kendisinin güzel bir türkce konusmasina engel degil. Bunu birazda okulunda din dersinde ögretmenin kendilerine din bilgisinin yanisira türkce dersi ve dilbilgisi de ögretmesine borclu. Ben Elif arkadasimiza burada gurubumuz adina bir daha aramiza HOSGELDIN diyorum...

Toplantimizin basinda Mine abla tarafindan dile getirilenler sunlar oldu:

- Gurubumuzda güzel sesi olanlari da düsünerek hep beraber türküler-sarkilar söyleyerek te toplantilarimiza ayri bir güzellik katabiliriz.
- Guruba katilanlar hakkinda kisa özel bilgi iceren bir dosyanin olusturulmasi düsünülüyor. (Kim üstlenecek bunu?)
- Mine ablanin bahsettigi ama adini bilmedigim baska bir arkadasin evinde de toplanabilecegimiz mümkün.
- Günesli güzel günleri düsünüp piknik yapma fikrine deginilmesine deginildi, fakat herkesin üzerinde mutabik oldugu, uzlastigi bir tarih maalesef henüz belirlenemedi. (Son durum: Önümüzdeki Pazar günü 25.06.2006, yer Rheinpark). (Ekliyorum: en son durum, piknik Pazar günkü yagmurlu hava muhalefeti yüzünden Cumartesi günü yapildi.)
- Gurubumuzun olusumunun 2. yilini muhtemelen sonbaharda kutlayacagiz
- Toplantiya katil(a)mayan arkadaslarimiz iki Burak`tan biri Hollanda`da digeri Istanbul`da bulunmaktadirlar.
- Cumartesi günü, 17.06.2006 tarihinde Arena`da bir Alevi Gecesi`nin oldugu bildirildi. (Son bildigim katilim 15 bin dolayinda olmus.)
- Hüseyin arkadas Abidin Dino`yu bize ilerki günlerde tanitacak.
- Guruba uygun ve güzel bir isim bulma arayisi devam ederken Mine ablanin yaptigi ilk öneriler DEKA (Diyalog, Edebiyat, Kültür Atölyesi) ve MEKA (Mavi Edebiyat Kültür Atölyesi) oldu. Mavi rengi ilgi cekti. GM (Gurup Mavi) fena degil diyen oldu, ama GM General Motors firmasini da cagristiriyor.

Türkiye ile ne kadar alakaliyiz? Ilgimiz ne yöndedir? Türkiye`de ne oluyor, ne bitiyor?
Mine ablanin sordugu bu soruya yanitlar sunlar oldu: Haberleri dinliyorum, magazin programlarini kacirmiyorum, Türkiye`nin genel gidisatini merak ediyorum, diger önemsiz haberler beni pek ilgilendirmiyor vs... Mine abla Türkiye hakkinda doyurucu bilgi edinebilmenin internet disinda bir yolunun da Cumhuriyet gazetesine abone olmak oldugunu dile getirdi ve ardindan
Istanbul`da ki kültürel etkinliklere deginildi: -Mozart (Ich liebe Amadeus),
-Rodin (Düsünen Adam Heykeli),
-Pen yazarlar kulübü bulusmasi,
-Istanbul`da siir günleri...

Rodin`in düsünen adam heykelinden konusurken “Düsüncenin suc olmadigi bir ülkede yasamak istiyorum” diye yazili bir karikatür elden ele dolasti.

Radikal gazetesi eski yazarlarindan Perihan Maden`in askerlikle ilgili yazisindan dolayi yargilandigi söylendi.

“Allah`in olmadigi yer” diye yazili bir duvar yazisinin müzeyi gezenlerin tepkisine yol actigi icin kaldirilmasi tartismasinin varligindan bahsedildi.

Feridun Zaimoglu`nun Türkiye`den Almanya`ya gelen bir türk kizin hikayesini anlattigi “Leyla”
adli roman hakkinda kendi annesinin hikayesidir denildi ve bir baska yazarin da ayni konuyu isledigi belirtildi. Sözkonusu romani bir sonraki toplantimizda unutmazsa Hasan (yani ben) beraberimde getirecegim.

Mine abla Mozart ile ilgili bir yazi okudu. (Ali Sirmen/Cumhuriyet: Nadir Nadi`nin dostu Mozart ve bizler.)

Oktay arkadas Beethoven ve Tschaikowsky hakkinda da Türkiye`de kutlamalar yapilip yapilmadigini merak ediyor ve Mozart kutlamalarinin sebebinin sadece onun “Türk Marsi”yla alakali mi oldugunu bilmek istiyor. Bu konuyla ilgili degisik fikirler ortaya atiliyor ve Hüseyin G. arkadasimiz genc ama usta müzisyenlerimizden Fazil Say`in son piyano eserine Lykia adini verdigini belirtiyor.

Cumhuriyet gazetesinden Zeynep Oral`in bizi alip Istiklal Caddesine götüren “Mutluluk Anlari” baslikli yazi okundu.

Mine abla Türkiye`nin cok yüzünün oldugunu vurguluyor ve Dogu`da bir baska, kirsal kesimde bir baska, dinsel, töresel yönde bir baska, Istanbul`da, Ankara`da, heryerde baska baska bir Türkiye ile karsilastigimizdan söz ediyor ve soruyor “Hangi Türkiye?” diye...

Isik abiyle Türkiye`de bulunduklari sirada cesitli sanat etkinliklerine katildiklarini dile getiren Mine abla, bir yerde Zeki Müren anilirken baska bir yerde bakiyorsunuz bir koro calismasi yapiliyor, yeni acilan Marina`da klasik müzik konserleri veriliyor vs. vs. diyor. Türkiye`nin yeni yüzünün bu oldugunu, yani bu kültürel zenginliklerin oldugunu söylüyor. Ancak eve gelip televizyonda haberleri izlediklerinde adamin birinin karisini bilmem kac yerinden polis seyrinde bicakladigini görünce bir baska Türkiye ile karsilastiklarini dile getiriyor Mine abla. Bir karmasa yasaniyor, sicak ve soguk ayni anda yasaniyor. Bu da Türkiye. Bu yüzden Türkiye`ye tek pencereden bakilamayacagini, Türkiye`nin 1001 surati oldugunu, Türkiye`nin cok cesitli bir hale geldigini dile getiren Mine abla, insanin Türkiye`ye giderken kendisini bir pazara gitmis gibi hissettigini söylüyor ve Türkiye sadece “Mehmet Ali`nin bilmem kimin pantolonunu cikarmis” olayi olmadigini, kültürel anlamda zengin bir Türkiye`nin var oldugunu önemle belirtiyor.

Hüseyin isin icinden nasil cikilabilecegini sorarken, Ali Coskun arkadas “rating” olayindan söz ediyor.

Erol Manisali`nin radyoda gayet güzel programlar sundgunu anlatan Mine abla, aslinda her konunun konusuldugunu söylüyor. Altan Erkekli`de konusanlardan biri. Herkesin Türkiye`nin nasil kurtulacagini bildigini söyleyen Mine abla, Türkiye`yi cok sevdigini, kendisini Türkiye`ye ceken olgunun aslinda radyo dinlemek, türkce dinlemek oldugunu itiraf ediyor.

Sohbetlerimizde degisik konulara deginilirken Hüseyin arkadas Bursa`da amerikalilarin kurmak istedigi bir fabrikadan bahsediyor ve kurulacak fabrikanin dogaya zarar verecek etkileri olacagini anlatiyor. Konuyu gazeteden takip eden Hasan politikacilarin konuyla ilgili son kararlarinin ne oldugunu merak ediyor.

Söz Amerika`dan acilmisken, Mine abla genleri degisime ugramis misirlar hakkinda sunulan bir toplantidaki izlenimleri sonrasinda artik misir yemekte tereddüte kapildigini dile getiriyor, cünkü bu misirlari yiyen insanlarin genlerinin de degisebileceginden kuskulaniyor.

Hüseyin arkadas bunun üzerine domates tohumlarinin kalmadigini, Israil`in herseyi eline almis oldugunu ortaya atiyor.

Gene Mine abla Amerika`nin her seyin icinde oldugunu ve her yerde parmaginin oldugunu söylüyor ve “dünyaya zaman zaman arkamizi dönerek siire dönecegiz” diyor ve bunu der demez Hüseyin arkadas Paul Eduard`in yazdigi güzel bir siiri okuyor... Cok hosuma giden o siiri buraya yazmak isterdim, ama maalesef yanimda yok... Hüseyin`nin mail yoluyla bu siiri bize göndermesini rica ediyorum...

Gene Cumhuriyet gazetesinden Nilgün Cerrahoglu`nun kaleminden “Bahcede bir Mozart gecesi” parcasi okundu.

Mine abla Ali ve Gülfer ciftinin bize önümüzdeki günlerde Tayland hakkinda bir slayt göstermek istediklerini anlatti.

Bu arada “gurubumuzun vicdani” diye nitelenen Dogan kardesimiz dünyaca ünlü usta müzisyen Mozart`i pek iyi bilmedigini ve bilen birinin onu kendisine anlatmasini istemesi üzerine Mine abla Dogan`in “Amadeus” filmini izlemesini tavsiye etti ve kendisini bestecinin yerine koymasini, hangi sartlarda, hangi müzikleri hangi baskilar altinda yaptigini oturup düsünmesini istedi ve “bazi seyler var ki anlatmak mümkün degil” diye Dogan`in istemini yanitlamaya calisti.

Emrah tam yeri gelmisken ögretmenlerinde bazen böyle yaptigini, sivri sorular soran ögrenciye soruya yaniti bulma görevi verdigini söyledi.

Mozart hakkinda bilgi edinme istemiyle dolu olan Dogan gecen toplantilarimizin birinde Istanbul kunusulurken de simsekleri gene ayni sekilde üzerine cekmisti.

Mine abla Fidan arkadasimiz Fazil Say`i anlatirken Dogan`in “Bizim oralarda Fazil Say dinlenmiyor. Fazil Say kimin icin müzik yapiyor?” diye sordugunu gecmis toplantilarimiza deginerek bize animsatti. Fazil Say`in piyanosunu sirtina alip oralara, doguya da gidip konser verdigini, orada yasayanlar da Fazil Say`i dinledigini söyleyenlere Dogan sunu söylemisti: “Evet ama oradakiler o müzigi dinleseler de o müzik onlara bir sey vermiyor, onlarin duygularina hitap etmiyor ve dinleseler de anlamiyorlar.”

Bu sirada söze karisan Nuray arkadasimiz “Kulak aliskanligi herhalde” deyip Oktay`in firsattan istifade edip mutfaktan gizlice asirdigi o güzelim kipkirmizi kirazlardan alip midesine indirdi. Bunu gören bendeniz kendi kendime “bende mi yapsam, o kirazlari mideme mi indirsem?” diye icimden gecirmedim degil hani, ama bunu yaparsam kalemimden dökülen kelimeleri kim yazacak, tutanagi kim tutacak sorulari beni bu ince fikrimden alikoydu ve ben kalemimi elimden birakmamayi kiraz yemekten daha zevkli bularak isime devam ettim, ama gözüm kiraza dikilmisti ya bir kere, insanin icine kurt düsmesin... Neyse gözüm bir an o kirazlara dikilse de elim hala Mine ablanin dediklerinden alintilar yapmak icin tetikteydi diyorum, ama bu arada Mine abla ne okudu, ne okuyor kacirdim itiraf ediyorum... hep su kiraz yüzünden... kiraz varya kiraz, konsantremi bozdu, alt üst etti... bi elime gecersen yemezmiyim seni kiraz, söyle sindire sindire mideme indirmezmiyim seni...

Neyse saka bir yana ben not tutmaya devam ediyorum.

Aaa Mine abla susmus ve sözü Dogan`a vermis. Vicdanimiz Dogan arkadas Hakan Erdogan`in serüvenlerinden bahsediyor. Zengin kösklerden, kücük mekanlardan, aksam ezanlarindan, Mozart`tan bahsediyor okudugu yaziyla... Ic ve dis dünyamizin bütünlesmesinden, keyfini cikarmasini bilenlerden, Türk-Ermeni dügününden de bahsediliyor (kulaklarin cinlasin hemi Songül`ün Zafer`i)... Oldugun gibi görün, göründügün gibi ol demis büyüklerimiz... Ne de güzel demis...

Parcada gecen “Müzik dostlari” deyimi hosuma gitti. Acaba grubumuzun adi “EDA - Edebiyat Dostlari Atölyesi mi olsun?” diye düsündüm...

Film izleme imkanimiz var:
Fenerbahceliler Dernegi`nin yerini bilmedigim yeni yerinde Yakup Isiklar`in da bu yöndeki öneri ve arzusuyla istedigimizde film izleme imkanimizin oldugunu bilmenizi istiyorum...

Türk-Yunan hikayelerini, o kiyida, bu kiyida kalanlari anlatan ve guruptan Zafer-Songül dahil bir kac kisinin izledigi “Bulutlari Beklerken” filmi de kültürümüzün bir parcasi oldugu söylendi.

Gurubumuzun vicdani olarakta algilanan Dogan Bosnali ve müslüman olan Emir Kusturiska`nin degerli bir yönetmen oldugunu ve Canne`da “Cingeneler Zamani” filmiyle birincilige secildigini söyledi.
Yönetmenin filmlerinde sadece cingeneleri, yani sadece kendilerini anlattigini vurgulayan Dogan Yesilcam devrinin bittigini ve Türkiye`de sadece Yilmaz Erdogan`in bahsedilen yönetmen tarzinda benzer bir film yaptigini (Vizontele) dile getiriyor. Emir Kusturiska`nin cok etkili bir müzigi olan Goran Bregovic ile ortak calismada da bulundugunu ve hatta Sezen Aksu`nun “Dügün ve Cenaze” eseri Goran Bregovic ile ortak bir calisma sonucu ortaya ciktigini da sagolsun Dogan bize tatli ve vicdanimiza isleyen diliyle aktariverdi.

Film izleme ve kutlama konusunda Hüseyin program yapmaktan bahsetti. Zafer Hanim ise herkes evinde bulunan filmleri gözden gecirebilir ve kendince bir katkida bulunabilir önerisini getirdi.

Söz Mozart`tan, söz Istanbul`dan acilmisti ve söz döndü dolasti, sonra Rodin`de odaklandi. Paris`te Rodin Müzesi`ni gezen arkadaslar (Meltem, Emrah) kendi izlenimlerini anlattilar. “Bir tas yigini bu kadar sicak olabilir” diye usta heykeltrasin tastan yaptigi ellerin sanki canli bir elmis gibi algilandigini bize hissettiren arkadaslar, Rodin`in evinden, bahcesinden, kisiliginden etkilendiklerini bildirdiler. Ancak Emrah maalesef Meltem kadar Rodin`e zaman ayiramamis.

Ebru arkadas resim dersinden taniyor Rodin`i, fakat hangi heykellerin ona ait oldugu konusunda kesin bir malumati bulunmadigini ifade ediyor.

Mine abla Rodin ile ilgili su anlatiyi bize aktardi:
“Ünlü heykeltrasa, yani Rodin`e sormuslar, bu mükemmel heykellerinizi nasil yapiyorsunuz? diye...
Usta söyle bir cevap vermis soranlara: “Yaptigim heykeller mükemmel mi bilmiyorum ama ben sadece fazlaliklari atiyorum o kadar.”

Arkadaslar August Rodin heykel sanatinin büyük ustalarindan biridir. Önceleri Güzel Sanatlar Akademisi`ne kabul edilmemis, fakat sonra bütün sanatseverlerin begenisini kazanmis ve onlara kendisini kabul ettiren ustanin Paris`teki Rodin Müzesi`nde 500 eseri bulunmaktadir ve su siralar Istanbul`da Sakip Sabanci Müzesi`ndeki sergide 203 eseri bulunmaktadir. Bunlar arasinda Cehennemin Kapisi, Öpüs, Victor Hugo, Düsünen Adam heykelleri de bulunmaktadir. Sergi 13.06.2006 ile 03.09.2006 tarihleri arasinda gezilebilir. Sergiyle ilgili rehberli geziler düzenleniyor, bir kitap hazirlaniyor, kisa belgeseller sunuluyor vs. vs. Bunlarin hepsi Akbank`in destegiyle oluyor... Yolu Istanbul`a düseceklere duyurulur.

Hürriyet gazetesinden Dogan Hizlan`in “Paris`ten Istanbul`a Rodin” yazisini okumadan önce su soru soruldu: Acaba neden kültürel etkinliklere destek saglayan Akbank, Is Bank, Yapi Kredi Yayinlari gibi kuruluslar Almanya`da da bir Kültür Evi acilmasina katkida bulunmuyorlar?

Hay Allah, telefonum caliyor sessizce... Önemli olabilir... Ben hemen odayi odadakilere birakip kapiya dogru uzaniyorum ve kosaradim mutfak yolunu tutuyorum...Telefonda babam... Neyse, kisa konustum, toplantida oldugumu bildirdim ve kendisini sonra arayacagimi bildirerek tekrar odaya, arkadaslarin koltuklara ve sandalyelere halka sekilde oturup gömüldügü odaya geliyorum ve ayni yerime geciyorum...
Hmmm mutfaktayken o yukarida bahsettigim kirazlara dadandim mi bilmiyorum, sizde bilmeyin...

Evet gene odadayim, yerimdeyim, ne konusuldu? Yukaridaki soruya yönelik neler söylendi bilmiyorum... Bir kültür evimiz olsa iyi olur... Bu konu daha önceki sohbetlerde de oldugu gibi zaman zaman dile getiriliyor... Arkadaslar bu konuya yönelik sunlarin altini ciziyorlar:
Genclerin kültüre yönelik bilincleri yok... Rakkas diskosuna gitmek icin uzun uzun kuyruklar olusturulurken, Arkadas Tiyatrosu`nun sundugu bir oyuna gidecekler parmakla sayilabilecek kadar azdir, dolaysiyla asil sorun kültür evi diye bir yerin olmamasi degil, böyle bir ihtiyacin veya istemin olmamasidir sorun olan.

Isik abi Genco Erkal ile bir söylesi yapmis ve Köln Üniversitesi`nde sahnelenecek oyuna gelenlerin yogun ilgisinden bahsedildi, beklenenden daha fazla kisi salonu doldurmus, yani ihtiyac duyan duyarli bir kesimin varligi sözkonusu...

Bir baska soruna da dikkat cekildi... Konsolosluk bir sey düzenlediginde belli bir kesim istirak etmiyor ve Arkadas Tiyatrosu (bildigim kadariyla Köln`de baska bir türk tiyatrosu yok) bir sey düzenlediginde gene baska bir kesim oraya gitmiyor... Iste böyle köklesmis ama giderilmesi gereken bir sorunun olduguna da deginildi... Birbirini cekememezlik yüzünden, yobaz düsünceler yüzünden kültürel gelisimimize engel olunmamali diye düsünüyorum... Kendimizi kücük kuruntulardan, yobaz düsüncelerden, findik kabuguna sigmaz cekememezliklerden arindirmaliyiz diye düsünüyorum... Herbirimiz var olana katilimlarimizla, yaptiklarimizla, ürettiklerimizle olabildigince kültürel gelisimimize katkida bulunsak hic te fena olmaz hani...

Bu arada Hüseyin arkadas Konsoloslukla ilgili sunu dile getirdi:
Birileri kaybettigi pasaportunu konsolosluga gidip yeniden cikarmak istemis. Kendisine söyle denilmis: “Insan Türk Pasaportunu kaybeder mi laaaaan!”

Cebimde Kelimeler, Sen Hic Ates Böcegi Gördün mü, Kesanli Ali Destani`ndan söz acildi...

Kesanli Ali Destani`ndan etse etse ancak adi Ali olan arkadasimiz bahseder degil mi?
Ali bu oyunu izlediginde oraya gelenlerden kiminin o güne kadar Arkadas Tiyatrosu`nu tanimadiklarini söyledi.

A a a, karsimda kimi görüyorum? Dervis... Nerde, ne zaman geldi de, yerine oturdu da ben yeni görüyorum? Yoksa not tutmaya konsantre olup daldigim icin selam verdi de ben mi duymadim?
Neyse gelmesi sevindirici...

Hep beraber insanlarin sanata olan ilgisinin eglencege ve müzige olan ilgisinden daha az oldugunu vurguladik ve bir arkadasimiz bir alman tiyatrosuna giden bin kisiden sadece dördünün bile türk olmadigini söyleyip bu yöndeki ilgisizligimizi gözler önüne serdi.

Hülya arkadasimiz sanata yönelik fazla reklamin yapilmadigindan yakindi.

Buna karsin Isik abi sanat bültenlerinin varligindan, Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin kültürel etkinlikleri bildiren ekinden bahsetti.

Yeni katilan Elif arkadasimiz egitimsizlikten sikayetci oldu. Bilgisizligin ve ilgisizligin kültürel etkinliklerden uzak durmamiza sebep oldugunu dile getirdi.

Hüseyin ve Isik abi ve onlara katilanlarimiz organizasyon yetersizliginden bahsettik.

Emrah Bremen`de olan kültürel etkinliklerden söz etti ve hemen ardindan Mine abla oraya gelen sanatcilar neden ertesi aksam Köln`e de gelmiyorlar veya getirilmiyorlar diye sorup organizasyonun önemine bir daha parmak basti...

Hüseyin Ögretmenler Dernegi`nden ve Arkadas Tiyatrosu`ndan da söz ederek köse baslarini tutanlarin olumsuz etkilerini dile getirdi. Bu durum aslinda almanlarinda isine geliyor diyen Hüseyin, tiyatroda calisirken parasini almakta zorlanan birinden bahsetti, bu durumun kulak ardi edildigini ve herhangi bir yaptirimin uygulanmadigini bize aktardi...

Mine abladan bir fikra:
Cehenneme yolu düsen biri gördügü izlenimleri anlatiyor. Cehennemde altinda ates yanan kocaman kocaman kazanlar var ve her kazanin basinda da bir zebani, yani bir görevli beklemekte. Kazanlarin icinde cehenneme atilan insanlar kaynamaktadirlar. Kazanda cani yanan biri basini kazandan disari cikardiginda hemen zebani tokmakla basina vuruyor ve kazanda kalmasini, cayir cayir yanmasini sagliyormus. Yalniz kazanlarin birinin basinda böyle bir zebani mebani yokmus. Merakla soruyorlar nicin bu kazanin basinda bir zebani yok diye? Diyorlarki o kazanlarda türkler yakiliyormus ve bir türk kazandan basini yukari cikarmaya calistiginda onu kazandaki diger türkler ayagindan tutup asagi cekiyorlarmis ve dolaysiyla herhangi bir zebaniye gerek duyulmuyormus.

Yeni katilan arkadasimiz Elif Cumhuriyet`te yayinlanan Vecdi Sayar`in kaleminden “Iki büyük yazardan uyarilar” parcasini okudu. Elif bize Istanbul`daki Uluslararasi Pen Kulübü kongresinde Günter Grass`in yaptigi konusmayi okudu ve biz de can kulagiyla dinledik.

Evet arkadaslar, buraya kadar okuduysaniz, bundan sonrasini da okuyacaginizdan herhangi bir kuskum yok, cünkü simdi protokol icin not tutarken gözümden kacmayanlari da yaziyorum... Bakin neler gözümden kacmadi:

Oktay tuttugum notlari merak edip bakiyor, göz-göze gelip gülümsüyoruz sessizce, Elif`i dinliyoruz.
Yorgunluktan mi, uykusuzluktan mi artik bilmiyorum, belki de mutfak özlemindendir, ne zaman mola olacak diye bekleyen gurubumuzun vicdani Dogan gözlerini ovusturuyor.
Emrah Meltem`in kulagini oksuyor. (Gözümden hic bir sey kacmaz Emrah...Ama bu da buraya, protokole yazilir mi yani deyip hakkini arayabilirsin...)
Gerci sag elle sag yanak ve sol elle sol yanak kasinir diye bir kural yok, ama kendimce ilginc buldugum bir gözlem de sudur, Ebru sag eliyle sol yanagini kasiyor.
Hüseyin sol eliyle sag gözünü kasiyor.
Toplantiya biraz gec katilan Dervis sol eliyle sol bacagini kasiyor.
Ali cenesini kasiyor.
Arzu önüne bakiyor.
Nuray bana bakiyor, hayir düzeltiyorum, yazdiklarima bakiyor.
Adi Gülhan mi yoksa Gülfidan mi bilmiyorum, ikisini karistiriyorum, Elif`in okumaya basladigi yaziyi okumaya devam ediyor.
Hülya Rodin`in “Düsünen Adam” heykelini andirircasina sag elini cenesine dayamis ve düsünüyor...

Ve tekrar protokole dünüyoruz...

A a ne okundu? Grass ne demisti? Kacirmadim ya... Hüseyin konusuyor simdi: Bir almandan bahsediyor.“ Size darbe lazim” diyormus alman. “Üc bes seyi duyan kendisini bilge saniyor. Gel de simdi kavga etme” deyince Hüseyin benim aklima “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” deyimi geliyor.

Ebru darbenin anlami nedir ögrenmek istiyor ve arkadaslar almancasinin Putsch, Militärputsch oldugunu kendisine söylüyorlar.

Bu arada söz darbeden acilmisken ayagindan darbe almis arkadasimiz Gülfidan`a cok gecmis olsun diyorum.

Arzu benden ödünc aldigi bir kitaptan gelin ve kaynana anlasmazligini konu yapan kisa ve güzel bir öykü okumaya baslamadan önce Dogan tekrar Mozart`a dönmek istedi ve tanimamiz gereken insanlardan bahsediyoruz ama bu kisiler hakkinda cok da fazla bilgi edinmedigimizi elestiriyor. Örnegin nobel ödülü alan bir yazardan, Harald Pinter`den bahsettik, ama kendisini pek tanimiyorum diyor...

Bu arada Dogan`in bu yaklasimiyla iyi bir röportajci olabilecegi yönünde fikirler ortaya atildi. Hatta Arzu wdr radyosunda Altan Ögmen röportaj yarisina katilmasini önerdi. (30 haziran son katilim günü).

Ebru var olan avaziyla bas bas bagiriyor: “Dogan harcaniyorsun sen harcaniyorsun...” diyerek...

Ali ise oda biraz havalansin diye kapiyla epeyce ugrastiktan sonra nihayet acabildi...
Kendisine “kapiyi kiracaksin Ali” diye takilanlar bile oldu...

Arzu kitaptan sectigi güzel öyküyü bize okudu...Cinli kiz Lidya`nin kaynanasini zehirleme fikrinden onu kurtarma cabasina gecis serüvenini can kulagiyla dinledik...

Hasan (yani ben) Ataol Behramoglu`nun güzel siirlerinden “Yasadiklarimdan ögrendigim bir sey var” siirini okudum.

Zafer hanimin bahsettigi sergi hakkinda Isik abi hepimize bir mail gönderdi. Meksikali bir ressamin trajik hayatini konu alan ve Selma Hayek`in oynadigi Frida konusuldu.

Zafer hanimin sergiye birlikte katilalim önerisine Dogan kendisine has o zarif yaklasimiyla Zafer hanima sergiye gidip bize anlatmasini karsi öneride bulununca Hüseyin arkadas Dogan`in bu hazira konma yaklasimini elestirdi... Mine abla Dogan`la foto cektirmek isteyenlerden bahsetti... Bunun üzerine
Ali “ben secmem, secilirim” diyor ve Dogan “aynen” derken, Mine abla Dogan`in pazilarini göstere göstere dolastigini ve Dogan konusunca Oktay`in sustugunu, agzini acmadigini söylüyor... Evet, provokelerine dayanamayip gene Dogan`a takildik...

Zafer hanim gene söz aldi ve hayrani oldugu ve hayatinda önemli bir yeri oldugu Murathan Mungan`i bize sonbaharda tanitacagini bildirdi.

Mine ablanin deyimiyle “gurubumuzun vicdani” diye nitelenen Dogan pekte vicdana sigmasi mümkün olmayan bir cikisla Zafer hanimin hayrani oldugu Mungan`in bir kitabindan bir kac sayfa okudugunu ama büyük bir hayal kirikligina ugrayip kitabi firlatip cöpe attigini bizim hayretli bakislarimiz esliginde dile getirince biraz sasmadim degil. Hangi kitabiydi acaba, “Yüksek Topuklar” mi?

Hüseyin arkadas hayatin kendisinin var oldugunu, hayatta yasanmis bir yasamin oldugunu ve hayatta cok igrenc seylerin oldugunu dile getirerek Aziz Nesin`in 60ina kadar isteklerini bastiramadigini söyledi.

Mine abla Ahmet Altan`in Sudaki Iz kitabina degindi. (Bu esnada gecmiste bir aniyi hatirlayan Oktay gülümsüyor, bize Altan`in kitabindan cok önemli bir parcayi okumustu da). Arzu bu kitabi zamaninda evine sokmak istemiyordu, simdi de ayni düsüncede mi acaba?

Zafer hanim mütevazi bir sekilde piskoloji okudugunu ve yorum yaparken kendimizden de ip uclari verdigimizi vurguladi. Arzu`da ona katilarak “yazilanlar da kendimizden belirtilerdir” dedi.

Zafer hanim Murathan Mungan`in es cinselliginden bahseder etmez Dogan hemen “gördün mü bak, sapik biri iste...” diyerek onun kitabini okumayip cöpe attigini hakli göstermeye calisti ise de Zafer hanim anlatimina kaldigi yerden devam ediyor ve Murathan Mungan ile biraraya geldigini, onu tanidigini, kendi hayatinda onun her zaman önemli bir yeri oldugunun altini cizerek onu bize bu nedenle de anlatmak istedigini acikladi.

Benim sorum üzerine Dogan`in acikladigi düsünceleri Murathan Mungan`in kisiligine degil, yazdiklariyla alakali oldugu acikliga kavusmus oldu...

Tam bu siralar mola verip cogumuz mutfaga, kirazlarin mi demezsin, pastalarin mi demezsin, cesit cesit lezzetlerin oldugu, cesit cesit iceceklerin bulundugu ve cayin eksik olmadigi yere yani hücum ettik...

Moladan sonra piknik konusu konusuldu. Cumartesi mi pazar mi olsun tartismasi oldu, kesin bir tarih belirlenmedi... (piknigi gecen Cumartesi günü güzel günesli bir günde yaptik)...

Zafer hanimin o güzelden güzel okuma zevkiyle ve duygularimizi kamcilayan inanilmaz sevkiyle beraberinde getirdigi yazilarin okumasi mola sonrasi anlarimizi doldurdu...

-Murathan Mungan “Kahramanim”
-Sair, ressam, heykeltras Bedri Rahmi Eyüpoglu “Animsadigim”
-Gazeteci Erol Güney ile yapilan Orhan Veli`ye dair söylesi “Arsivim”
-Cetin Altan`in 09.10.2005 tarihli Sabah gazetesindeki yazisi “Köse yazarim”
-Milliyet gazetesinden Hasan Pulur`un bir yazisi “Güldüklerimden biri”
-Can Dündar`in dostlukla ilgili güzel yazisi “Yüzde yüz hemfikir oldugum”

Hüseyin arkadasin anlattigi o km yerine kg diyen arabadaki gergin ani da unutmamak gerek...

Zülfü Livaneli`nin “Leyla`nin Evi” kitabindan da söz ederken herkesin her kitabi okuyamayacagi da dikkate alinarak bir kitabi okuyan arkadaslar alintilar yaparak digerlerimize aktarabilir, anlatabilir istemiyle sonlarina yaklasan bugünkü toplantimiz arkadaslarin yavas yavas evlerine süzülüp gitmeleriyle son buluyor...

Duyurular: Cts., 24.06.2006 Arkadas Tiyatrosu, Saat 20:00 de “Egitim Sart”
oyunu sahneleniyor. Temmuzun 3ünde üniversitede gene sahnelenecekmis diye duydum.

Gelecek toplanti tarihi : Cuma, 30. Haziran 2006
Yer: Köln, Selen’s Wohnzimmer


Son olarak:
Mürsel arkadasimizin hazirlamis oldugu bir önceki protokol begenimizi kazanmisti, umarim bu protokolüde begendiniz... Gerci olumlu elestirilerinizi beklemeyi tercih ediyorum, ama varsa tabiki o olumsuz elestirilerinizi kendinize saklamaniz dogru olmaz...

Bir sonraki toplantida, bir baska güzel ortamda tekrar birlikte olmak dilegiyle hepinize bol günesli günler, güzel anlar, zevkli tartismalar ve doyurucu paylasimlar diliyorum.... Edebiyatci olmasakta edebi kalalim, edebiyatla haz alalim... Hosca kalin...
Hasan

0 yorum:

About This Blog

About This Blog

  © Blogger template 'Contemplation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP