26.05.2009

Türkan Saylan’ı uğurlarken içimden ‘işte, ölümü yendi’ diyordum


Türkan Saylan’ı uğurlarken içimden ‘işte, ölümü yendi’ diyordum
Yaşamaya dair...
Türkan Saylan’ın İstanbul’da uğurlanışı, salt bir cenaze töreni olmaktan öte anlamlar taşıyordu. O anlamlar birbirinden çok farklı boyutlarla ele alınıp, farklı açılardan irdelenebilir. Bu töreni felsefi boyutuyla, toplumsal ve kültürel boyutuyla, politik boyutuyla değerlendirenler elbet olacaktır, olmalıdır da…
Ben bir duygu seli olarak yaşadım o günü. Tören boyunca, yollar boyunca, saatler boyunca, bütün bu boyları aşan duygu seli… Hemen eklemeliyim: Duygu seli ama düşünceden kaynaklanan, düşünceyle beslenen, düşünceye dönüşen bir duygu seli...
Yolun sonunda, saatlerin sonunda, törenin sonunda kendi kendime “Türkan Saylan ölümü yendi” diyordum…
ÖLÜMÜ VE F.
SAVCILARINI YENMEK
Şu günlerde ne çok şey söylendi ve yazıldı Türkan Saylan için… Nedense, eksik kalacakmış duygusu… Ancak iki sözcük, iki kavram vurgulanmazsa, eksikliğin hiç giderilmeyeceği kuşkusu… Bu ikisi: Sevgi ve yaşama inanç…
Cenaze töreninin akşamında Nâzım Hikmet külliyatının tümünü neredeyse ezbere bilen bir arkadaşım Özcan Arca, bize Nâzım’dan dizeler okumaya başlayınca, birden her şey daha da netleşti gözümde. Elbet ya, Türkan Saylan gücünü yaşama sarılmaktan, hayata inanmaktan ve sevgiden alıyordu.
Arkadaşım ekledi. “Türkan Saylan da Nâzım Hikmet gibi yaşama olan inancıyla insanları etkiledi ve eğitti… Bu inançla sadece Fettullah savcılarını değil, ölümü de yendi! Hayata inancı bunca sonsuz olan insanı kimse durduramaz… Türkan Hoca, yaşamının amacını, ölümüyle tamamladı.” Doğru söylüyordu.
Dinler, hele hele örgütlü dinler, insanı ölüm korkusuyla zapturapta alıyordu. Nasılsa günün birinde her canlı ölecekti. Ölüm kaçınılmazdı… Ölüm temasını, ölüm korkusunu sürekli canlı tutarak, cehennemle cezalandırma tehditleri, cennetle ödüllendirme vaatleriyle, insanlar terbiye ediliyor ve eğitiliyordu. Bu korku ve tehdidi sürekli canlı tutarak dinler güçlerine güç katıyordu.
Oysa Türkan Saylan, hayata inanarak, hayata sımsıkı sarılarak eğitti insanları. Ölüme değil, yaşama inanarak... Yaratıcı, yapıcı, çözümleyici olmaya inanarak… Gücünü bundan aldığı için de onu kimse durduramadı! Ne savcılar, ne ona olur olmaz iftira ve hakaret eden yazar, gazeteci bozuntuları, ne de televizyon münazaracıları!
‘GÖKTEN AYET İNMEDİ’
Nâzım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı”nda “Darülmuallimin mezunu Nurettik Eşfak” şöyle der;
“-Bizim İstiklal Marşı’nda aksayan bir taraf var,/ bilmem, nasıl anlatsam./ Akif, inanmış adam./ Fakat onun ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum./ Beni burada tutan şey, şehit olmak vecdi mi? Sanmıyorum/ Mesela bakın: ‘Gelecektir sana vaat ettiği günler Hakk’ın/ Hayır/ Gelecek günler için gökten ayet inmedi bize./ Onu biz kendimiz vaat ettik kendimize”.
Ölümden korkmak ayıp değil… Onu da söyledi Nâzım Hikmet… Ancak bütün eserinde (çünkü eseri bir bütündür) ölüme değil, yaşama inanmanın, hayata sarılmanın önemini bize anlattı. “Aslolan hayattır” düşüncesini savundu.
“… mesela kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,/ yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda/ insanlar için ölebileceksin,/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,/ hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,/ hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
Teşekkürler Sevgili Türkan Saylan…
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin,/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,/ yaşamak yani ağır bastığından.”
Teşekkürler Sevgili Türkan Saylan. İyi ki varsınız!

Cumhuriyet, 22.5.2009

ZEYNEP ORAL

zeynep@zeyneporal.com
faks: 0212. 257 16 50

0 yorum:

About This Blog

About This Blog

  © Blogger template 'Contemplation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP